Page 66 - Sayı66
P. 66
Öpülmek istemiyorlar. Erdal Atabek’in deyişiyle, bir bebeği sevdiğimiz için kucaklıyoruz, canını yemek
istiyoruz, öpücüklere boğuyoruz. Ama bu arada bebeğe saygısızlık ediyoruz. Hâlâ var mıdır, bilmem. Eskiden
bebeklerin önlüklerinde “Beni öpme” yazıyordu. Uyarıyor, beni, sevgini göstermek için de öpeceksin. Dur!
Sevmek yetmez, bana saygı duy, beni öpme!
Yalnız yatmak istiyorlar. Başka bir deyişle, özel odaları olsun istiyorlar. Bu, onlara güven verecek, birey
olduğunu duyumsatacak. Özel alanı olacak, bağımsızlaşacak. Bir öğretmenin 14 yaşındaki kızı odasının
kapısının dış yüzüne şöyle yazmış: Bu odaya izinsiz giren ölür! Gelgelelim Türkiye istatistik Kurumu’nun
(TÜİK) ‘Türkiye Çocuk Araştırması 2022’ verilerine göre, üç çocuktan sadece birinin (yüzde 34) özel odası var.
Çocuk bahçesi istiyorlar. Çocuk bahçesi, ana özelliği devinim, ana uğraşı oyun olan çocuğun çocukluğunu
doyasıya yaşadığı yerdir. Çocuk için tasarımlanmıştır. Oyun alanı, çeşitli oyun araçları var orda. Çocuk
özgürce, dilediğince oynar. Dünya Sağlık Örgütüne göre 1-5 yaş arasındaki çocukların günde en az üç,
5-17yaş arasındaki çocukların günde en az bir saat bedensel etkinlik içinde olmaları gerekir.
Azarlanmak istemiyorlar. Azarlanmak sözle, beden diliyle dövmektir, duygusal cezadır. Çocuk – o da
yetişkine göre – kabul edilemez bir davranış göstermişse ‘ben dili’ kullanılmalı, ‘sen’ dili değil. Sen dili çocuğu
yargılar, suçlar. Yaralayıcı sözler içerir, sözlü saldırıdır.
Utanma, üzülme, incinme, korkma, düş kırıklığı, meraklanıp kaygılanma... Bunlar birincil duygulardır,
kızgınlıksa ikincil bir duygu. İşte ben diliyle birincil duygular dile getirilir, yetişkin kendi duygusunu dile getirir.
Ben dilinde çocuğa ne yapacağı söylenmez, buyruk verilmez. Sorumluluk, karar çocuğa bırakılır. Çocuk eve
geç geldiyse, ana-babanın, çocuğun başına bir şey geldiyse diye ilk duygusu meraklanmaktır. Ama çocuk eve
gelince bu gerçek duyguyu ona sakince, ben diliyle ileteceklerine, sen dili kullanıp bağırırlar, kızarlar, suçlarlar,
azarlarlar. Çocuklar işte bunu istemiyorlar.
Bugünkü istatistiklere bakınca çocukların yukardaki istekleri ne kadar masum, keyfe keder kalıyor.
TEPAV’ın (Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı) raporuna göre yurdumuzda yoksul çocuk sayısı 9
milyon 590 bin. Çocuk yoksulluğunda OECD ülkeleri içinde ikinci sıradayız. (Cumhuriyet, 23 Nisan 2025)
2 milyon çocuk örgün eğitim dışında. Ana neden, tabii ki yoksulluk, okul harcamalarını karşılayamama. (*)
TÜİK (Türkiye İstatistik Kurumu) verilerine göre (Nisan 2022) yılda ortalama 10 bin çocuk yitiyor. 11-17 yaş
arasındaki 178 bin 834 çocuk, yaralama, hırsızlık, uyuşturucu satmak, tehdit gibi suçlardan işlem görmüş.
Ama biliriz ki, suçlu çocuk yoktur, onu suça iten toplum suçludur. Ya çocuk işçiler, çocuk gelinler... İnsan
merak ediyor, Türkiye’nin o altın yıllarında ‘yaşıt zorbalığı’ var mıydı? Şimdi çocukların - bir kez bile olsa -
ilkokullarda yüzde 69’u, ortaokullarda yüzde 72’si, liselerde yüzde 68’i zorbalığa uğruyor da... (**)
Semih Gümüş (2013) bu fotoğrafın altına şunları yazmış: “Bu fotoğrafa nereden nereye gelmişiz diye
bakmak da olası. Böyle bakmak bir devlet ruhudur. Tanırız. Bugünlere hep şiddet kültürü taşıdı. Çocuklara bir
ömür vermek ile yaşanacak bir hayat vermek arasındaki ayrımı anlamayanlara özgü. O çocuklar istediklerini
göremedi. (...) Geçmişin bir gününde bile adil, eşit ve özgürce yaşadığımızı hissetmedik. Bu ülkenin
çocuklarına bugün gitgide yükselen bir tüketim dünyası sundu büyükler ama insanca yaşanan bir günü çok
gördüler. (...) Şimdi çocuklara “Öpülmemek istiyoruz” demeyi bile yasaklıyorlar.”
65